Röportajlar

Şampiyonlar Ligi maç anlatımıyla milleti yarıp duran Ertem Şener ‘in superspor.com da yayınlanmış röportajı :

Şener: “Mourinho benden özür diledi”

Okay Karacan’ın bilgisi, Ümit Aktan’ın nükteli anlatımı ve Ercan Taner’in heyecanının bir sentezi… Görüneni değil görünmeyeni anlatan bir spiker O. Çalışkan, azimli, samimi ve son derece de misafirperver… Evet, Ertem Şener’den bahsediyorum. Şampiyonlar Ligi’nden daha fazla zevk almamızı sağlayan spikerden…

Yaklaşık 1,5 saat süren sohbet havasındaki röportajımızda Ertem Şener’le futbol dünyası ve televizyonculuk hayatı üzerine uzun uzun konuşma fırsatı buldum. Eminim ki hepiniz bu röportajı okurken hem Ertem Şener’i daha yakından tanıyacak hem de sohbetten büyük zevk alacaksınız.

– Spikerliğe nasıl adım attınız?

Muğla Üniversitesi’nde okuyordum. Bir gün Muğlaspor’un maçını izlerken arkadaşlarım sen niye spikerlik yapmıyorsun dediler. Ben de bunun üzerine Muğla’daki yerel bir kanal olan Şah TV’nin kapısını çaldım. Küçük bölgesel bir kanaldı. Gittim ve Muğlaspor’un maçını anlatmak istiyorum dedim. Onlar da bana kapılarını açtılar. Nejat Altınsoy vardı Şah TV’de. O tamam dedi. Çık anlat. 2 gün sonra Muğlaspor – Yeni Salihlispor maçını anlattım. Kariyerimde anlattığım ilk maç buydu. Bir yandan da okuyordum. Bütün arkadaşlarım sabahlara kadar barlarda gezerken veya King partileri yaparken ben evde çalışıyordum. Kendime küçük bir video aldım. Kendi anlattığım maçları izlemeye başladım. Hatalarımı bulmaya çalıştım. Hafta sonları Ercan Taner, İlker Yasin gibi ustaların maçlarını izler ve not alırdım. Sonra eve gider kendi anlattığım maçlarda bunu uygulamaya çalışırdım.

Daha sonra da kasetlerimle yaz tatilinde İstanbul’a geldim. TGRT’nin kapısını çaldım ve Ümit Aktan ile görüşme firsatı yakaladım. Kasetlerimi verdim. Ben seni arayacağım dedi ve bir gün babamın işyerindeyken telefon çaldı ve Ümit Aktan aradı. Gel seni bekliyorum, konuşalım dedi. Elime bir kağıt tutuşturdu. Onu hala unutmuyorum. Video, Galatasaray, laboratuar, Eczacıbaşı yazan kelimeler. Bunları okudum. O da beğendi. Ve benim kolumdan tutup servisteki diğer arkadaşların yanına götürdü ve onlarla tanışıp işe başlamış oldum. 35 milyon maaşla başladım 1997’de. Ortalama 65 milyon alıyordu servisteki diğer arkladaşlarım. Ben paradan ziyade bu şansı yakalamanın mutluluğunu yaşıyorrdum. Hatta üzerine para bile verirdim. Ümit Aktan gibi bir markanın yanında başladım.

“ÜMİT AKTAN VE SABRİ UGAN’DAN ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM”

3. günümde TGRT İtalya Ligi maçlarını aldı. Kendimi çok şanslı hissediyordum. Ümit Aktan gelip yanıma sana milyon dolarlık bir hazine teslim ediyorum. Buna sahip çık dedi. İlk olarak Sampdoria – Udinese maçını anlattım. En büyük şanssızlığım Ümit Aktan’ın 3 ay sonra istifa etmesi oldu. O ayrılınca kendımı yalnız hissettiğimden ben de ayrıldım. Bıraktıktan sonra Muğla’ya üniversiteye geri döndüm. Bir anda Kanal 6’dan aradılar. İstanbul’a geri döndüm. 6 ay orada çalıştım. Daha sonra Bülent Karpat aradı. Star’a gelir misin diye, 98 Eylül ayıydı. O zamandan beri Star’dayım. Bir iki kere ayrılıklar oldu. İHA’nin İtalya temsilcisi olarak Fatih Terim ile beraber İtalya’ya gittim. Çok kısa sürdü. TGRT’de de devam ettim geldikten sonra. Sonra tekrar Star’a geldim. Star’ta Cem Yılmaz, Güntekin Onay gibi isimlerin arkasında çalıştım. Onlardan çok şey öğrendim. Ümit Aktan bir, Sabri Ugan 2. sıradadır bu konuda.

– Serhat Ulueren’le çalışmak nasıl?

Mesleği ben Ümit Aktan’dan öğrendim ama işin mutfak yönünü Serhat Ulueren’den öğrendim. Serhat Ulueren bu meslekte olduğu sürece ben onun yanında olacağım. Serhat Ulueren Türk futbolu için bir avantajdır. Telegol’ün en önemli unsurlarından biri yaş adabının olmasıdır. Adnan Aybaba dilini fazla çözmüyorsa o Gökmen Abi’den yaşca küçük olduğu içindir. Aynı şey Ziya Şengül için de geçerli. Sabri Ugan o bayrağı çok iyi taşıyor. Kendisi bana hep bırakacağım Ertem diyor ama ben onun bırakmasını hiç istemiyorum. Kendi tarzı var.

“TELEGOL, SABRİ UGAN’A YAKIŞIYOR”

Ben ilk olarak Ersin’in gitmesinden sonra kendimi Telegol’ü sunmak için hazırlamıştım. Ama daha sonra Serhat Ulueren ve Savaş Toprak aldılar beni karşılarına ve Sabri Ugan senden daha tecrübeli Telegol’ü o sunacak dediler. Ben de saygıyla karşıladım. Biz de hiçbir zaman kompleks olmaz. İyi ki de Sabri Ugan sunuyor o programı. Telegol’de bir marka. Star Spor bir güçtür. Star Spor’da herkes çalışamaz. Bizim gizli bir gücümüz var. O da Savaş Toprak. Müdür yardımcımız. Herşeyden çok iyi anlar ve adeta akıl hocamdır.

– Serhat Ulueren ve Fatih Terim arasnda bir kırgınlık olduğu söyleniyor?

Fatih Terim’le Serhat Ulueren’in arasında hiçbir sorun yok. İkisi de birbirlerine çok saygı duyuyor ve her ikisi de kendi işini yapıyor. Serhat Ulueren, bırakın Fatih Terim’i kendi babası hata yapsa onu tanımaz. Ben de Serhat Ulueren’in yolunda gidiyorum bu konuda. Bugün Şampiyonlar Ligi maçlarına gittiğim zaman yabancı meslektaşlarım hemen Fatih Terim’i soruyorlar bana. Bizim markamızı Fatih Terim ve Hakan Şükür değiştirdi. Hakan Şükür şu an Galatasaray’da oynuyor ama Avrupa’da oynayan Nihat ve Emre’den daha fazla tanınıyor daha fazla konuşuluyor.

– Star Spor Servisi’nde bir dağılma gözleniyor. Cem Yılmaz, Güntekin Onay, Ersin Düzen gitti.

Demek ki çok başarılı bir servisiz. Biz sıkıntılı bir döneme girdik. Ve Büyük şirketler büyük isimleri transfer etmeye başladı. Bu ilk olarak Cem Yılmaz ile başladı. Star’ın geçiş döneminden yararlandılar. İyi olanı aldılar. Telegol iyi bir marka. Orada kendini gösterme imkanı bulursun. Güntekin Telegol’ü sundu gitti, Ersin Telegol’ü sundu gitti.

– Maçları sadece iki spiker anlatıyor. Zorlanıyor musunuz bu konuda?

Hiçbir zorlanma olmuyor. Star Spor olarak Serhat Ulueren’inden Sabri Ugan’ına hepimiz 3’er kişilik çalışıyoruz. Ama ben en iyisini yaptığımızı da düşünüyorum. Ben Sabri Abi’nin enerjisini gördükçe daha fazla çalışıyorum.

– Şampiyonlar Ligi’ni anlatmak nasıl bir duygu?

Ben her programa söyle başlarım: “Dünyanın en önemli futbol organizasyonlarından biri hatta başında gelen Şampiyonlar Ligi’nde…” Orada dünyanın en önemli futbolcularını görebiliyoruz. Her kesimden insanı görebiliyoruz. Ben çok haz alıyorum Şampiyonlar Ligi’ni anlatmaktan. Şampiyonlar Ligi anlatmak emek ister. 15 gün olan aralık bize yetmiyor zaten. Devamlı haber arıyoruz.

– Her maçı yerinde mi izliyorsunuz?

Hep statlardan anlatıyoruz. Her şehre gidiyoruz. Biz bu sene bütün maçları oradan anlattık. Denizdeyken denizin dibini görebilirsin belki ama o anı yaşayabilmek, zevki tadabilmek için dalmalısın denizin dibine… Şampiyonlar Ligi’ni de aynı şekilde görüyorum. Maçı yaşıyorsun. Futbolcuların arasındasınız. Maça daha iyi adapte oluyorsunuz.

“KAYNAKLARIM SUPERSPOR VE EKSİSÖZLÜK”

– Çok güzel ve farklı bilgiler veriyorsunuz. Bu bilgileri nerden buluyorsunuz ? Maçlara nasıl hazırlanıyorsunuz?

Ben çok basit kaynaklardan buluyorum bu bilgileri. Superspor.com’dan çok faydalanırım. Çok iyi çalışmalar yapıyorsunuz bu yönde. Yaptığınız her özel çalışmayı takip ediyorum. Satırı satırına okuyorum. Bunun dışında Eksisözluk gibi çok ilginç bir kaynağa da girebiliyorum mesela. Oraya herkesi almıyorlar. Yazarları çok kaliteli. Wikipedia’nın Türkiye versiyonu adeta. Benim ilk kaynağım Superspor ve ekşisözlüktür. Ekşisözlük her spikerin, yazarın yararlanması gereken bir kaynak.

– Peki hangi ligin maçlarını anlatmak isterdiniz?

Klasik bir SuperSpor.com cevabı: “Premier Lig. Orası bambaşka.”

“JENERASYONUMUN EN İYİSİ BENİM”

– Hangi spikerleri beğenirsiniz?

Kendi jenerasyonumdan beğendiğim bir spiker yok. Hatta çok kızdığım spikerler var. Ama Ercan Taner, Okay Karacan, Sabri Ugan, Güntekin Onay aslında bu kadro içinde değil. Çünkü insanların gördüğünü anlatmayı herkes yapar. Mikrofon verseniz Ahmet, Mehmet, Ertem diyebilir. Ama insanların görmediğini anlatmak kolay bir iş değil… Seyircinin gördüğünü vermek seyirciyi uyutmak demektir. Ercan Taner’in heyecanını, Ümit Aktan’ın nükteli anlatımını, Okay Karacan’ın bilgilerini kendimde hedef olarak belirledim. Bunu sentez haline getirdim. Ve ortaya güzel bir şey koyduğuma inanıyorum. Ben maçta şunları söyledim: ‘Pires’in annesinin Portekizli olduğunu, Henry’nin Londra’daki evinde yaşanan hırsızlık olayının maça yansıyabileceğini, Dennis Bergkamp’ın babasının koyu bir M.United’lı olduğunu’. Ben zaten bunları atak varken söylemiyorum. Ölü pozisyonda seyirciyi uyanık tutabilmek için söylüyorum. Maç bazen temposuz gidebiliyor. Ben raytingi yükseltmek zorundayım. İnsanların kanalı değiştirmemesini sağlamam gerekiyor. Maç anlatmak lastik gibidir. Futbolcuyla beraber oynayacaksın, yaşacaksın maçı.

“RONALDİNHO ÇÖLDE BİR VAHA GİBİ…”

– Ronaldinho’yu her maçta yere göğe sığdıramıyorsunuz…

Sen de yazmıştın bunu köşende… Hemen şunu belirteyim. Ronaldinho için söylediğim çölde bir vaha tasviri benim değil. Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun kitabından alınmış bir söz. Ben çok kitap okuyorum. Çok araştırıyorum. Uçakta Barcelona’ya giderken Galeano’nun kitabını okurken çölde bir vaha gibi tasviri çok dikkatimi çekti ve kullandım. Gerçekten de çölde bir vaha gibi… Ben Pele’yi çok seyretmedim ama Ronaldinho gibi komple bir futbolcu görmedim. Ben o adamı Ümit Aktan vari kelimelerle süslemeyeceğim de, Ercan Taner gibi heyecanlı anlatmayacağım da, Okay Karacan gibi bilgiler vermeyeceğim de ne yapacağım. Boşu boşuna oraya oturmuş olacağım. Ben maçın önüne geçmedim. Ronaldinho benim önüme geçti, ben onun önüne geçtim. O benim önüme geçti ben de onun. Maç ikimizin arasında oynandı. Haftaya Milan-Barcelona maçı var. Orada da yapsa aynı hareketleri yine benzer tasvileri kullanırım.

“SPİKERLİKTE DEVRİM YAPMAK İÇİN UĞRAŞIYORUM”

Ben Dünya’da bir çok spikeri dinledim. Senin de Eurosport tecrüben var. Sen de dinlemişsindir. Halit Kıvanç’ın eski maçlarının kasetlerini aldım DVD’ye çektim. Hep dinledim. Ümit Aktan da Halit Ağabey’in öğrencisi zaten. Galatasaray’ın o dönemlerinde Hagi-Arif’in beraber attığı gollere Hacı Arif bestesi demek fazla bir zeka ürünüdür. Herkes 150-200 kelimeyle maç anlatırken Ümit Aktan 400 kelimeyle maç anlatan bir spiker. Ben Türkiye’de bir şeyleri değiştirmek istiyorum. Mesleğimi bırakma uğruna yaparım bu işi. Çünkü ben kimsenin torpiliyle gelmedim. Ailemde hiçbir televizyoncu yok… Şener ailesinin ilk televizyoncusu benim. Spikerlikte devrim yapabilmek için elimden gelen herşeyi yapacağım. İnsanlar birgün çıkıpta “Hayır, biz böyle istemiyoruz” derlerse saygı duyarım. Şu an tabii ki beğenmeyenler var ama en az onların 5-10 katı beğenen de var. Farklı bir tarz yarattığıma inanıyorum.

“KOYU BİR BEŞİKTAŞ TARAFTARIYDIM”

– Şu ana kadar yaptığınız en büyük hata neydi?

Beşiktaş – Galatasaray maçını radyodan anlatıyorum. Eskiden çok koyu bir Beşiktaşlıydım. Ama Türkiye’deki çirkinliklerden dolayı futboldan çok soğudum artık. Beşiktaş G.Saray’a yenilmişti. Top Fevzi’nin ayağının altından ağlarla buluştu ve ben de maalesef top ağlarla buluştu demişim. Tabii ki farkında değildim. Beşiktaş atağa kalkarken rakip sahadayız diye anlatmışım. O zamandan beri Beşiktaş maçını anlatmadım bir daha… O bir ders oldu bana. Taraftar ceketimi astım. Bugün hiç bir takım tutmuyorum. Şampiyonlar Ligi’ne kim kalıyorsa ben o takımın taraftarıyım. Fenerbahçe’nin 3 maçını anlattım Şampiyonlar Ligi’nde. O maçlarda Aziz Yıldırım bile benden daha fazla Fenerli değildir…

“MİLAN AŞIĞIYIM, BARCELONA’YI SEVMEM”

– Avrupa’da hangi takıma karşı sempatiniz var?

Küçüklükten beri Milan’a aşkım var. Van Basten sayesinde Milanlı oldum. Van Basten futboldan koptuğu an ağlayanlardan birisi de bendim. Odamın her yerinde Van Basten posterleri vardı. İlkokulda, ortaokulda maç yaparız ya. O zamanlar fanilamın arkasında 9 Van Basten yazardı ve ben gol attıktan sonra herkese gösterirdim Van Basten yazısını. Herkes benim Barcelona taraftarı olduğumu söylüyor. Ama ben Barcelona’yı sevmem.

“MOURİNHO BENDEN ÖZÜR DİLEDİ”

– Chelsea?

Chelsea’yi de severim ama bunda Mourinho ile tanışıklığımızın olmasının çok büyük rolü var.

– Nasıl tanıştınız Mourinho ile?

Denizli – Porto maçını anlatmak için Portekiz’e gitmiştim. Denizlispor maçının Avrupa Kupası maçlarını biz veriyorduk. İlk olarak Sparta Prag maçını Ersin Düzen anlattı, Denizli eledi. Lyon maçını Cem Yılmaz anlattı, Denizli eledi. Denizli ile uçağa bindik. Uçakta Servet, Rıza Hoca yanıma gelip maçı Star Spor’un anlattığından dolayı çok mutlu olduklarını dile getirdiler. İlk yarı 0-0 bitti. Hatta Rıza Hoca bana baktı ve güldü ikinci yarıya girerken. Ama ikinci yarıda Servet ve Deco devamlı karşı karşıya kaldılar. Ve maç 6-1 bitti.

Rıza Hoca da maç bitiminde beni uçağa almıyordu adeta. Jose Mourinho ile tanışmam da o maç sonrasında düzenlenen basın toplantısına dayanıyor. Mourinho’ya 78 dakika boyunca Helder Postiga gibi bir oyuncuyu niye oynatmadığını sordum. Benfica basını önde Porto basını arkada. Ben de ortadayım. Mourinho Porto teknik direktörüyken Benfica basını ondan nefret ediyordu. Beni de Benfica basınından biri sandı ve bir anda ayağa kalktı masaya vurdu. Yanımda da menajer Bayram Tutumlu oturuyordu. O da hemen beni Mourinho’ya göstererek “Turco Turco” dedi. Toplantı bitti ve Mourinho geldi benden özür diledi. Barcelano – Chelsea maçından önce yanına gittim kitabını imzalatmak için. 10 dakika konuşma fırsatı bulduk. Öyle dışardan göründüğü gibi havalı, kaprisli bir adam değil. Türkiye’yi çok seviyor. Türkiye’deki bütün takımları biliyor. Türkiye’den 2. Lig A Kategorisi maçlarını bile takip ettiğini hatta adamları olduğunu ve birçok maçı izlettirdiğini söyledi.

– Teşekkürler Ertem Şener…

Röportaj: Ahmet Sivaslı
http://www.superspor.com
25.04.2006

“Kuru kuruya maç anlatmam”

 

19 Mayıs 2008 Pazartesi – 17:59
Sporx.com

Avrupa Kupaları karşılaşmalarında bizleri heyecana taşıyan Ertem Şener, sık sık eleştirilmesinden şikâyetçi değil. Aksine eleştirilerin kendisini kamçıladığını ile getiriyor. Türkiye’de bir maç anlattıktan sonra hakkında en fazla yazı yazılan kişiyim. Reha Muhtar’ından Yüksel Aytuğ’usuna, Burhan Ayeri’sinden Mesut Yar’ına kadar herkes beni kaleme alıyor…

Başkaları maç anlattığı zaman fazla bir şey çıkmıyor… Kim eleştiriliyor? Jose Mourinho, Fatih Terim, Başbakan… Demek ki güzel yoldayız. ‘Devam’ diyorum kendi kendime. Benim hakkımda yazı yazılmadığı gün öldüğüm gündür. Hakkımda eleştiri yapılmıyorsa, eleştirilecek bir insan dâhi değilim artık demektir. 

***

Star TV ile neredeyse özdeşleşen bir ses Ertem Şener…
Özellikle Şampiyonlar Ligi karşılaşmalarında Avrupa takımı oyuncularının ayakkabı numaralarına kadar izleyiciye aktarmasıyla tanınan bir isim…
Kendine has üslûbuyla ekranda kimileri tarafından ilgiyle takip edilen, kimi sporseverlerin ise eleştirdiği bir ekran siması…
Star TV’de randevulaştıktan 2 gün sonra sohbetimiz için karşı karşıyayız Ertem Şener ile…

Kanal D, CNN Türk, Star TV Spor Servisleri’nin bir arada bulunduğu katta haber editörleri ile muhabirlerin en iyi haber için koşturduğu ortamda spor sohbetimize koyulduk bile…
Sizler de misafir olmaya ne dersiniz?..
Tarih bölümü mezunu, Ege aşığı bir insan Ertem Şener…
Çerkez kökenli ama Malatya doğumlu Ertem Şener’in sohbetimize başlarken kendisiyle çok önem verdiği bir detaya şahit oluyorum.
Ekranda her gördüğünüzde sürekli bronz halde bir Ertem Şener görüyorsunuz değil mi?
İşte bunun sebebi…
Efendim, Ertem Şener’in ciddi bir solaryum tutkusu var.
Evet, evet…
Yaz kış ekranda her dem tatilden dönmüş haliyle izleyenlerini karşılayan Ertem’in vazgeçemediği detaylardan biri, solaryum.

“SOLARYUM KENDİMİ İYİ HİSSETMEMİ SAĞLIYOR”

Bunun nedenini ise ‘ekranda kendisini daha iyi hissetmesi’ olarak açıklıyor Şener…
Ama ben dayanamayıp, günümüzde güneşin dahi ciddi cilt kanseri tehdidi oluşturduğuna ve sakıncalarına dikkat çekmeye çalışsam da Şener, “7 yıldır bir şey olmadı” diyor. Artık ‘ben uyardım’ demekten başka bir şey kalmıyor bana?
Neyse o, kendisini iyi hissettiğini söyledi ya, önemli olan bu…
Biz yeniden sohbetimize dönüyoruz.

Tiyatro geçmişi olan, Avcılar’da yerel bir radyoda yıllar önce istek programları sunan Ertem Şener’in bir gün Şampiyonlar Ligi karşılaşmalarını tüm Türkiye’ye anlatacağını kim bilebilir ki?…
Tüm yaşıtları kız arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi tercih ederken, Ertem Şener, öğrencilik günlerinde bazen kıraathanelerde seyrettiği, bazen radyodan dinlediği maçlarda, “İlker Yasin nasıl maç anlatıyor. Ercan Taner nelere vurgu yapıyor” diyerek detaylar arasında gezinirmiş. Muğla’da tarih öğrencisi olduğu dönemde yerel TV’de izlediği bir maçı, spikerin o kadar kötü anlattığına kanaat getirmiş ki, televizyonun kapısını çalarak, “Ben bu maçı daha iyi anlatırım” diyerek maçlara talip olduğunu ilan etmiş…

“SEN MİSİN BEĞENMEYEN, GEL BU MAÇI ANLAT!..?

Bu açıklamayı yaptığı sırada karşısındaki iki kişiden birinin maçı anlatan kişi olduğunu bilmeden?Telefon numarasını bırakarak ayrılmasının ardından bir gün geçmişken gelen telefon, tarih öğrencisi Ertem Şener için yeni bir başlangıcın da habercisi olur.

Bir gün önce anlatımlarını beğenmediği ve bugün sevgiyle yad ettiği spiker İlker Cömert, Bodrum-Muğla arasında ciddi bir trafik kazası geçirmiştir.
‘Muğlaspor-Yeni Salihlispor karşılaşmasını anlatır mısın’ teklifiyle maç spikerliği startı verilmiştir artık Ertem Şener için… Bu maç anlatımlarının yer aldığı demoları tanıdığı tanımadığı, sadece adını ve adresini bulduğu tüm kuruluşlara gönderir.

“ALLAHIM ÜMİT AKTAN BENİ ARIYOR!..?

Ufak bir talebi vardır: Dinleyip, değerlendirip değerlendirmeyeceklerini bildirmeleri?Bir yaz günü, öğleden sonra bu demoları dinleyen bir isim, Ertem’in babasının işyeri telefonunu arar. Telefondaki ses, bu demoların sahibiyle tanışmak istemektedir.
Bu isim Ümit Aktan’dır.
Ertem Şener, ertesi gün adeta uçarak TGRT binasındadır.
Ümit Aktan, Ertem’e bir kağıt uzatır, ‘Televizyon, Eczacıbaşı, Galatasaray ve video’ yazmaktadır bu kağıt parçasında.
Dinledikten sonra elini uzatır Ümit Aktan ve ‘Hayırlı olsun’ der…
Ertem Şener’e ne olmak istediğini sorar.

‘Ne olmak istiyorsun’ sorusunun ardından da, ‘Çok iyi bir kumaş ama çok makaslanması gerek’ diyerek, 3 gün sonra Sampdoria – Udinese maçının yayını için görev verir.

3 ay sonra Ümit Aktan’ın TGRT’den istifası Ertem Şener’in de hayatını değiştirir.
Her şey yerle yeksan olmuştur.
Hayatı sıfırlamak ve yeniden okuluna ağırlık vermek için döndüğü Muğla’da bir hafta sonra yeniden çalan telefonun ucunda bu kez Ender Asman vardır.

“KANAL 6, BENİ MESLEĞE HAZIRLADI?

Kanal 6’da çalışmak için İstanbul’a çağırır Şener’i.
“Burada sıkıntılı ama meslek adına hayatımın en kıymetli günlerini geçirdim” diyor o günleri anlatırken Ertem.
Kanal 6’nın yoğun temposuna kendini kaptırdığı bir gün, otobüste elinde kostümlerle yayına yetişmeye çalışırken, çalan telefon bu kez Bülent Karpat ve Star TV ile yolların kesişmesi anlamına gelir Ertem Şener için.
Çalışmaya başladığı 3. gün ise İstanbulspor – Çanakkale maçı için Çanakkale’dedir.
Aykut’ların, Oğuz’ların, Sergen’lerin, Saffet’lerin takımda olduğu, Cem Uzan’ın kulüp başkanlığını yaptığı, Sibel Can konseriyle başlayan futbol şöleni Ertem Şener’in Star TV’deki ilk maç yayını olur.
Ertesi gün Star TV’nin telefonlar susmaz.
‘İlker Yasin Star’da mı başladı’ diye…
Hatta, 10 bin dolara iddiaya girenlerin yanı sıra, Merzifon’dan bir çuval un için iddiaya giren sporseverleri bugün dahi gülümseyerek hatırlıyor Ertem Şener.
İlker Yasin ile ilk karşılaştığında, “Benden öğreneceğin çok şey var ama, kendin ol” sözüyle kendi sesini oturtmuş Ertem Şener.
Sabri Ugan, Uğur Önver ve Ersin Düzen çalışma arkadaşları olur.

“ERSİN DÜZEN İLE BİRLİKTE YÜRÜDÜK?

Ersin Düzen ile olan gönül birliğini ise bugün sevgiyle yad ediyor. Birbirlerinden çok şey öğrendiklerinin altını çizerken.

“İkimizi birbirimiz düşürmeye çalışanlar oldu ama biz hep bir aradaydık. Kulvarımız farklıydı. Ben maç anlatırdım, o program sunardı. Sonrasında birbirimizin tecrübelerinden yararlandık. Bizim jenerasyondan ikimiz, dişimizle tırnağımızla bir yerlere geldik. Teleon’da maç yayınları sırasında Büşah Ağabey’in (Gencer) iki dudağına bakardık.”

– Bu cümlelerden anlıyorum ki, şu an görüşmüyorsunuz, doğru mudur?..
“Onu her seyrettiğimde ‘Allah yardımcısı olsun, inşallah daha iyi yerlere gelir’ diyorum.?

– Kırgın mısınız?
“Evet, bir ara bir soğukluk girdi aramıza. Çok özel sebeplerden dolayı. İncir çekirdeğini doldurmayacak nedenlerden birbirimize gönül koyduk. Ondan sonra da hiçbir zaman eskisi gibi olamadık. Ama eminim, o beni maçlarımda ve programlarımda yürekten destekliyor. O maç anlattığında, program sunduğunda da ben hep daha iyi olmasını isterim.?

– Uzun yıllardan bu yana Star TV’desiniz?
“Star TV’deki çalışma dönemimde en uzun Serhat Ulueren ile çalıştım. Serhat Ulueren ile Savaş Toprak’tan çok şey öğrendim. İkisinin de bu meslekte üzerimdeki emekleri çoktur. Onlar kendilerine şimdi ayrı bir kulvar çizdiler. Allah yollarını açık etsin. Umarım, hepimizin işi rast gider??

“FUTBOLİG, BENZERLERİNİN ARASINDAN SIYRILDI?

– Televizyon seyircisinin alışkanlığı olan bir kanalsınız. Burada çıtayı nasıl yukarı çıkarmayı düşünüyorsunuz?
“Star TV’de bu odaya yönetici olarak girdiğim gün, kendime hedef koydum. Bana güvenen Fatih Ediboğlu ve İlker Yasin’i mahcup etmemem gerektiğini bilerek, gerçek gazetecilik örnekleri taşıyan programlar yapmak istedim. Nasıl yani?.. Tabii ki belden aşağıya vurmayarak. Benzeri programların arasında sıyrılarak, Futbolig’i bir marka değeri haline getirmek. Ki bugün reytinglerimizde bunu gösteriyoruz. Ben de maç görüntüsü yok, ama haber dosyalarımla, yorumcularımın ağırlığıyla kendi yağımızla kavrulup, programımızı belirli bir yere getirmeye çalışıyoruz. Fazlaca olumlu eleştiriler alıyoruz. Burada bir kanalın sorumlu kişisiyim ama İlker Yasin faktörünü unutmamak lazım. O bütün spor kanallarımızın başında. En büyük hocamız ve bizi yönlendiren, belli normlarda hedefe yürüten kişidir. Halen çok şey öğreniyoruz ondan.?

– Bugüne kadar birçok isimle çalıştınız, gerek gazeteci, gerekse spiker olarak. Bugün, kendinize nasıl harman hazırladınız?
“Çok güzel bir soru. Şöyle ki, hepsinden bir parça aldım. Her yemeğin tadına baktım gibi yani.?

– Artık kendi spesiyalinizi oluşturacaksınız o halde?..
“Evet. ‘Ah tamam ben oldum’ diyecek kadar kolay bir şey değil bu. Ümit Aktan’ın nükteli anlatımını, İlker Yasin’in seviyeli, düzeyli ve vurgulu anlatımını, Ercan Taner’in heyecanını bir araya getirmeye çalışıyorum. Futbolun futbol olduğunu hatırlatan kurallar içerisinde anlatımı kendime hedef edindim, bunu yapmaya çalışıyorum. Gazeteciliği Büşah Gencer’den, televizyonculuk gazeteciliğini Serhat Uluer’inden, ‘nasıl reyting yapılır’ı Savaş Toprak’tan öğrendim.?

“EKŞİ SÖZLÜKÇÜLERİ MUHATAP ALMIYORUM?

– Şampiyonlar Ligi maçlarında tüm gözler sizin kanalınıza kilitleniyor?. Bu sizde ayrı bir sorumluluk duygusu beraberinde de heyecan yaratıyor mu?
“Kesinlikle evet. Heyecanlanmazsanız bu işi yapamazsınız zaten. Her anlattığın maç sanki ilk anlattığın maç kadar heyecanlı, son anlattığın maç kadar da tecrübeli olmalı. Buna inanıyorum. Çok heyecanlanırım. Bir maça 10 gün çalışırım. O, 90 dakika kısa görünse de çok önemlidir.?

– Çalışıyorum derken?
“Futbolcuların özel yaşamlarından istatiksel bilgilere kadar. Maçtan bir gün önce futbolcuların kaldıkları otele giderim. Mesela bir maç öncesi Milanlı Pirlo’ya ulaştım. Barcelona’da otelinde sohbet ettik. Bunu seyirciyle paylaştım. Ben öğrendiklerini paylaşmayı seviyorum. Çok eleştirildim. Maalesef bizim insanımızın öğrenmeyle ilgili sıkıntıları var.?

– İnternet günümüz insanının artık elinin altında. Çeşitli spor kanalları ve spor gazeteleriyle tüm bilgilere çok rahat ulaşabiliyorlar. Siz nasıl öne çıkabileceğinize inanıyorsunuz? Farklı detayları paylaşıyorsunuz. Ama bir o kadar da eleştiriliyorsunuz…
“Maç içinde gereksiz yerlerde konuşmalarım oluyor, buna katılıyorum.?

– Sizi forumlarda da sıkıştırıyorlar…
“Evet. Ekşi Sözlükçüler beni çok eleştiriyorlar. Hiç ciddiye almadığım bir haber kaynağı. Kendilerine göre haber kaynağı. Artık gülüyorum. Eskiden, ‘Acaba’ derdim ama, şimdi hiç ciddiye almıyorum. Çünkü, orada yazı yazanların bu işi çok istediğine, spor spikeri olmak arzusunda olup da bir türlü beceremeyip bu işe yapanlara çamur atan kişiler olduğuna inanıyorum. Bu nedenle muhatap almıyorum o kişileri.?

“KURU KURUYA MAÇ ANLATMAYI SEVMİYORUM?

– Sizin, ‘maç anlatımında devrim yaratmak istiyorum’ şeklinde iddialı bir söyleminiz var. Bununla neyi kastediyorsunuz?
“Tabii ki, maçta sadece isim söyleyerek değil. Ki bunu meslek içinde beni eleştiren jenerasyonum ve bir üst kuşaktan meslektaşlarım da bunu yapmaya başladılar. Futbolcuların hangi yemeği sevdiğinden, annesinin kaç kardeşi olduğu gibi bilgileri vermeye başladılar. Jose Mourinho ile 120 kişilik basın ordusu içinde diğerlerinin arasından sıyrılarak, yarım saat özel sohbet imkanı yakalayabilecek kadar mesleğime saygılıyım. Bunu size burada, ekranda izleyenlere anlatabilmek benim için çok özel bir durum. M.United’lı Evra’nın 23 kardeşi var.

Shevchenko’nun aynı zamanda Milano’da modaya el atmaya hazırlandığının tek tek söylenmesinin ne zararı olabilir. Evet bunlar bir devrim benim açımdan. Bunları gerektiği yerde söyleyeceğim. Söylemeye de devam edeceğim. Çok beğenen var, çok da beğenmeyen var. Ama ben heyecanlı anlatımım, bilgilerim var ve bunu sunuyorum. Hata yapmıyorum. Tam tersine çok iyi yaptığıma inanıyorum. Sevilla maçında Halit Kıvanç beni anlımdan öptü. ‘Çizginde devam et, çok iyisin’ dedi. Benim yanımda gözyaşları döken bir ustadan bunları duymak, müthişti. Kuru kuruya maç anlatmayı sevmiyorum. İstatistikler kattım. Futbolda rakamlarla oynamaya başladım.?

– Sevilla maçında Semih’e söylediğiniz sözler..
“Evet… Bazı şeyler spikerin içine doğar. Semih oyuna girerken, ‘Sana ihtiyacımız var Semih’ dedim. Oyuna girdikten 3 dakika sonra Semih gol attı.?

“MAÇA GİDERKEN TARAFTARLIK CEKETİMİ STAT DIŞINDA BIRAKIRIM?

– Takım tutuyor musunuz? Bir takım taraftarı olmak anlatıcının objektif duruşunu bozar mı?
“Evet tutuyorum. Ama şöyle söyleyeyim size. Bir cerrah ameliyata girdiği zaman Arnavut, Iraklı, Amerikalı diye ayırım yapar mı? Ben de maç anlatmaya giderken, taraftarlık ceketimi stat dışında bırakıyorum. Şartlar ne olursa olsun, Avrupa’da oynanan kupa maçlarında duygusallığımı bir kenara bırakamıyorum.?

Barcelona’ya gittiğinde San Sebastian sahilinde gezmektense 7-8 saat takımın kampında nöbet tutmayı göze alıyor Ertem Şener.”Burada 2 futbolcudan aldığım özel bilgi benim 2 maçımı kurtarır” diyecek kadar işine sevdalı?
Bu satırları özellikle okuyuculara iletmemi isteyen Ertem Şener’i kırmak mümkün mü?
Bunu sevenlerinin de kendisini eleştirenlerin de bilgisine sunulmasını istiyor.
Malumunuz, elçiye zeval olmaz.
İletiyorum.
Sözler Ertem Şener’e ait.

“HAKKIMDA YAZILMADIĞI GÜN, BİTTİĞİM GÜNDÜR?

“Bunu n’olur yazın? Türkiye’de bir maç anlattıktan sonra hakkında en fazla yazı yazılan kişi kim? Çok fazla yazı yazılıyor. Reha Muhtar’ından Yüksel Aytuğ’suna, Burhan Ayeri’sinden Mesut Yar’ına… Başkaları maç anlattığı zaman fazla bir şey çıkmıyor… Kim eleştiriliyor? Jose Mourinho, Fatih Terim, Başbakan… Demek ki aynı çizgide gidiyoruz. Demek ki, güzel yoldayız. ‘Devam’ diyorum kendi kendime. Eskiden üzülürdüm, ‘Neden böyle yazılıyor’ diye. Ama, artık üzülmüyorum. Tam tersine beni kamçılıyor. Benim hakkımda yazı yazılmadığı gün öldüğüm gündür. Hakkımda eleştiri yapılmıyorsa, eleştirilecek bir insan bile değilim artık demektir.?

– Sevilla maçında Recep Ağabey ile yine mikrofonunuz açık kalmış.
“Yine mi? Doğrudur. O bizim için önemli bir insan.?

(Sohbetimiz sırasında bir bey ile bir şeyler söyleyen kişinin meşhur Recep Ağabey olduğunu öğreniyorum. Geçtiğimiz bir maçta da Emre Tilev ile maç arası sohbeti mikrofonlara yansıyan Recep Ağabey’in ekrandaki üstünlüğü tartışılmaz!.. Taraftar da artık onu çok iyi tanıyor!..)

Sohbetimizi Şener’in başlayacak bir toplantısı nedeniyle bitiriyoruz. Ama tiyatroculuk yönünün ekran heyecanını yenmesinde büyük katkısı olduğunun altını çizmeden edemiyor Şener.

Hatta bunu biraz da sakıncalı buluyor. “Hiç korkum yok. Bazen bu durum sakınca yaratıyor. Hatta eşim dahi bu konuda sık sık eleştirir beni. Çünkü ekranda hiçbir şeyden korkmuyorum. Bu fena!..” diyerek. Son sözlerini sorduğumda ise yine maç ve maç anlatımını dile getiriyor.

?Maç anlatmayı çok seviyorum. İdolüm olan İlker Yasin’in ellerine kendimi teslim ettim. Yolumu buluşumda büyük katkıları var, burada da başımız her sıkıştığında yanı başımızda? İyi ki var..?

Heyecanını özenle muhafaza ediyor Ertem Şener?
Çünkü, onun en büyük hazinesi, heyecanı?
Kendi heyecanlanmazsa, bizi de heyecanlandıramayacağının farkında?
Dilerim ki, önümüzdeki günler, yıllar takımlarımızla nice başarılarda aynı heyecanı getirir bizlere?
O halde nice maç heyecanı yaşayacağımız günlere!..

Röportaj: Saadet ÖZCAN

 

 

 

 

7 Nisan 2012 Cumartesi – MedyaAlemi.com Röportaj-

 

***Türkiye’deki futbol izleyicisi sizi benimsedi, yorumunuza, 
özgün tarzınıza alıştı. Seyirci, sadece maç izlemiyor, eşzamanlı olarak “Ertem Şener şov”a eşlik ediyor. Bu kendinize has tarzınız nasıl ortaya çıktı?

 

Öncelikle bunu Boğaziçi’nden duymak bence çok güzel; demek ki doğru yoldayız. Bu, şuna benziyor; marka değeri denen bir şey vardır. Günümüzde markasız ürünler çok fazla rağbet görmüyor; X model, Y model, Z model… Ama bir marka, reklam, endüstri; hepsini bir araya getirdiğiniz zaman futbol endüstrisi, televizyon, televizyon reklamı, reyting artı beraberinde getirdikleri… Bunların hepsi kafamda bir şekilde oluştu. Yani ben küçükken maçları sadece isim söyleyerek anlatanlardan dinledim. Ama bununla birlikte nükteli anlatım katanlardan da dinledim; mesela Ümit Aktan, İlker Yasin. Bu tip insanlar benim dağarcığımda, beynimde yer edinmiş insanlar. İlker ağabeyin Belçika-Türkiye maçında söylediği bir lafı vardır, hiç unutmam: “Onlar gol atarken, elin Arap’ı gol atarken; bizimkiler sahaya taş atıyor. İşte aradaki fark” demişti. Ümit Aktan bir Hagi- Arif paslaşmasında “Hagi-Arif bestesi” dedi. Bunlar benim çok hoşuma giden anlatımlardı. Bu tip araya bir şeyler katarak maç anlatmak, bilgiler vermek, insanları bilgiye doyurmak bir görev olarak benim zihnimde yer etti. Okumayı sevmiyoruz. Ben okumayı sevmediğimizi herkesin Yılmaz Özdil okumasından anlıyorum. Neden? Yılmaz ağabey bana göre Türkiye’nin bir numaralı yazarı. İnsanların dilinden anlıyor, insanlara okutabilmek adına; “Madem okumuyorsunuz, alın buyrun, ben size kolay, anlaşılır ve herkesin anlayabileceği, herkese hitap edebilecek bir yazı yazıyorum.” diyerek insanlara bunu gösterdi. Arada nükteli anlatımları da var onun. O kalemiyle, ben dilimle. Büyüklerimden gördüklerim, insanlara bir şeyler verme isteğim…. İşte örnek olarak; Seedorf’un Milano’da tesislere bisikletle gidip gelmesi, Pirlo’nun annesinin ressam olması, Evra’nın 23 kardeşinin olması gibi… Araştırmacı, okumayı seven, sürekli araştıran bir insanım. İnsanlarla birebir diyalog kuran bir insanım. Sosyal alemin içinde olan bir insanım, Twitter’dayım. İnternette sürekli sörf yapan bir insanım, rüzgara falan bakmıyorum hiç. Sürekli bu tip haberleri okumayı seven, öğrenen bir insanım. Artık günümüzde de kolay, düğmeye basıyorsun, anında Ertem Şener ile ilgili bütün bilgileri bulabilirsiniz. Bu kadar kolay bir dönemde bu kadar kolay bir işe soyunmak çok da zor değil. Beraberinde çok büyük eleştiriler de geliyor. Olacaktır elbette, arkadaşlarımızın eksik gördüğü bir şeyler vardır. Ama kıskançlık, ego, hakaret; bunlara her zaman karşıyım. Benim her zaman söylediğim şu: “Emeğe saygı, düşünceye saygı! Bel altından vuramaz kimse.” Maç anlatırken, biz bu kadar uğraşırken, bilgiler anlatırken; tamam internetten kolayca bilgileri alıyoruz ama bizim birebir futbolcularla yapmış olduğumuz diyaloglar, UEFA ile yapmış olduğumuz diyaloglar, bilgiler, bilgi aktarımı, bilgi dağarcığımızı genişletme açısından bir şeyler yapabilme isteğimize gem vurdurmam ben. Kulaklarımı tıkıyorum bazen, gerektiği yerde kulaklarımı açıyorum. Sizler gibi değerli, kıymetli arkadaşlarımızdan mutlaka eleştiri alıyorum. Eleştirileri olumlu ya da olumsuz alıyorum, bir yere yazıyorum ve bir sonraki maçta ona göre davranıyorum.

 

“TÜM SAMİMİYETİMLE SÖYLÜYORUM; ON BİN KİŞİ ÖNÜNDE ÖDÜL ALSAM BU KADAR MUTLU OLMAZ, DUYGULANMAZDIM.”

 

***Kampüste bir oylama, nabız yoklaması yaptık. Arkadaşlarımıza “Ertem Şener deyince aklınıza gelen ilk şey nedir?” diye sorduk. İlk üç sıra şu şekilde: Birinci sırada coşku ve heyecan, ikinci sırada Messi ve üçüncü sırada futbol.

 

+ Messi… Messi’yi gördüğüm zaman her yerinden öpeceğim; asıl onu her yerinden öpmek lazım. Çünkü adam kariyeriyle beraber beni de büyütüyor. Yani olacak şey değil. Aslında bunu hak ediyorum heralde. Bunu ukalaca bir tavır olarak algılamayın sakın. Şimdi Mourinho’ya kimse kötü teknik direktör diyemez, Guardiola’ya kimse kötü teknik direktör diyemez,  Boğaziçi’ne kimse kötü bir üniversite diyemez; gülerim. Gülmem; zavallı derim. Zavallı da demem; üzülürüm. Üzülmem; akıl hastanesine gönderirim. Ben işin ilim yönünden yanayım her zaman. Coşku ve heyecan süper, teşekkür ediyorum. Ama coşku ve heyecan ya da Messi demelerindeki sebep arkadaşlarımızın benim biraz önce özetlediğim olay. Çünkü Messi’nin kemik hastası olduğunu Türkiye’de insanlar ilk defa benim aracılığımla duydular. Bir maç anlatırken kemik hastası olduğunu anlattım. Organik-inorganik meselesinin beraberinde gelmesi… Hatta arkadaşım Uğur Önver’e belki bir kapı açmış olabilirim; Uğur Önver bir kitabını yazdı çünkü onun. Messi’nin bir kemik hastası olması, bir mucizeyi gerçekleştirmesi, bir mucize sonrasında Barcelona’da oynaması, “Artık bitti. Topçu olmaz. Hayatta kalması daha önemli.” derken; çantasında bir top, bir kalemtıraş, bir silgi ve şeker hastalarının kullandığı insülin iğneleri gibi sadece kemik ve genetik hastalarına iyi gelecek olan bir iğne ile yaşamını sürdürmüş olması o zamanlarda benim dikkatimi çekti ve bunu aktardım. Sonrasında Barcelona’ya ne şartlarda geldiğini anlattım. Neden anlattım? Çünkü Türkiye’de Messi gibi birçok kişi var. Tekerlekli sandalyede “Yarın, bir gün ben iyi olacağım ve Messi gibi bir futbolcu olacağım” diye hayal kuran, gözyaşlarını içine akıtan kardeşlerimiz arkadaşlarımız var. Futbolculuk değil sadece; sevgilisine sarılabilecek, yürüyebilecek, böyle gelip birileriyle röportaj yapabilme isteğinde olan birçok arkadaşımız var. Onlara biraz ışık tutabilme adına, onlara biraz bir şey verebilme adına; kimilerine göre gereksiz, kimilerine göre ise akıllara getirilebilecek bir bilgi. Ne mutlu bana inanın şu anda Boğaziçi Üniversitesi’nde on bin kişi onünde ödül alsam, bunu bütün samimiyetimle söylüyorum, bu kadar mutlu olmam, duygulanmam. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilere “Ertem Şener” dendiğinde ikinci sırada Messi’yi duyabiliyorsak, hepsine sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

 

“BEN FUTBOL SPİKERİYİM, FUTBOL BENİM HAYATIM.”

 

***Maç anlatırken sahaya atlayıp da top peşinde koşturmak istediğiniz anlar oluyor mu?

 

Olmaz mı… Normalde spikerler durarak anlatırlar; işte kulaklık vs. Ama ben sürekli kafa topuna falan çıkarım. Mesela korner atışı yapılıyor diyelim ben kafa vurur gibi yaparım. Omzumla, göğsümle topu almaya çalışırım, ayağımla vurmayı denerim. Öyle ki olduğum yerde topu oynuyorum. Çünkü ben o anda sevgilimle beraber, sanki çok sevdiğim bir insanla birliktelik yaşıyor gibiyim. Nasıl desem; bir aşk yaşıyor gibiyim sanki. Futbol bir aşk, bir hayat… Hayat da değil çok başka bir şey. Olması gereken üç beyazdan biri gibi; tuz, un, şeker ve yanında futbol. Aslında su benim için futbol. Futbol benim için bu anlamlara geliyor. Mesela ben basketbol, anlamam; sevmem. Voleybol, anlamam; sevmem. Tenis, anlamam; sevmem. Spor spikeri değilim zaten. Hiçbir zaman kendime spor spikeri demedim. Futbol spikeriyim ama aynı zamanda haber spikeriyim. Basketbol, voleybol, yüzme, güreş, kayak, eskrim, atletizm anlatamam. Kalp doktoru beyin ameliyatına girmez. Fen Bilgisi öğretmeni, Coğrafya dersine girmez. Pazarlamacıdan kalkıp kasaplık yapmasını bekleyemezsiniz. Ben de futbol spikeriyim. En güzel örneği şu; beyin ameliyatına giren bir doktora “Haydi kalp ameliyatına gir.” diyemezsiniz. O heyecanı anlar, hangi makası kullanacağını bilir, hangi iğneyi kullanacağını bilir. Bilir ama yapamaz. Çünkü nereden sayı geleceğini bilmez. Hangi damarın daha ön planda olduğunu bilmez. Benim düşüncem bu. Ben futbol spikeriyim, futbol benim hayatım. Oynar mıyım? Oynamam. Seyretmeyi ve anlatmayı daha çok severim. Özellikle anlatmayı çok severim. Öyle ki evde bazen televizyonun sesini kısıp maç anlattığım zamanlar çok olur. Ben FIFA oynuyorum, PES oynuyorum onları da geçtim Football Manager oynuyorum; FM oynarken insan anlatır mı? Ben anlatıyorum, bunu yapıyorum; böyle bir rahatsızlığımız var yani. Benim “Rüştü her yerinden öperim.” olayım da buradan geliyor zaten. Örneğin biz sizinle bir kafeye maç izlemeye gidelim; herkes der ki : “Vursana ya! Öyle mi vurulur o topa! Ah, nasıl vuruyorsun o kafayı ya!” Ben de “Her yerinden öperim Rüştü, aslanım benim be!” derim. Hani “Senin …” derler, ben de çok bilinçli bir şekilde, belimin üstünden düşünen bir insan olduğum için her zaman, çok iyi niyetli olarak bu tip ifadeleri kullanabiliyorum, kullanacağım da…

 

“BENİM RAKİBİM ÜST YAŞIMDAKİLER DEĞİL, GERİDEKİLERLE YARIŞIYORUM.”

 

***Her yorumunuz, her ifadeniz olay oluyor -gösterişi seven bir yapınız olmadığını düşünüyoruz- ama bu durum size ekstra bir güç katıyor mu?Sürekli takip edilen biri olmak, her sözü olay olan biri olmak ne anlam ifade ediyor sizin için?

 

Gösterişi sevmeyen insan yoktur. Ben kendimi demek ki iyi gizlemişim o konuda. Gösterişi seven bir insanım ama mesleki anlamda seven bir insanım. Ön plana çıkmayı severim, isterim. Kim istemez? Gösterişi sevmeyen, ön plana çıkmayı istemeyen kim var? Arkadaşımız deminden beri şekilden şekile giriyor en iyi kareyi, en iyi görüntüyü yakalayabilmek için. Niye? Ön plana çıkacak. Onun çektiği fotoğraf ön plana çıkacak. Şu ana kadar Ertem Şener’in çekilmemiş bir yüz şeklini, el hareketlerini, yüz hareketlerini, kelimelerden ziyade o vücut dilini konuşturmaya çalışıyor. Sorduğunuz sorularla bağdaştırmaya çalışıyor. Ona göre bir yer buluyor kendisine. Siz de mesela en iyi soruyu sorarak, bir gazeteci olarak, olumlu anlamda en iyi yerden vurmaya çalışıyorsunuz. Ön plana çıkmayı her zaman isterim; bu doğallıktan kaynaklanıyor bence. Ben her şeyin doğal olmasından yanayım. Şöyle doğallıktan yanayım; insanlar ne kadar içten olursa, ben ne kadar insanların yanına inebilirsem maç anlatırken, kendi aralarındaymış gibi hissederlerse; ertesi gün o kadar konuşulurum.  Onlardan uzaklaşmamam lazım, seyirci aptal değil. Artık 15-16 yaşındaki çocuklar sana Ipad’i, laptop’u açıp sana senden daha fazla bilgi verebilecek kapasiteye sahipler. Emin olalım, mesela benden daha iyi  bilgiye sahipler ve ben bunu kullanmak zorundayım. Onlarla yarışıyorum, benim rakibim onlar, benim kendi jenerasyonum değil. Jose Mourinho ifadesiyle “I’m a special one.” deyip ön plana çıkmaya adaysam, başarabiliyorsam… Benim rakibim üst yaşımdakiler değil alt yaşımdakiler, alt kategoridekiler. Ben geridekilerle yarışıyorum. Bizim meslekteki fark bu; biz geriden gelenlerle yarışacağız, önden gidenlerle değil. Önden gidenlerle yarışırsan daha da önlerine geçebilirsin yok olma konusunda.

 

“TELEVİZYON İŞİ, GAZETECİLİK İŞİ BU ÜLKEDE BENİM İÇİN BİR NAMUS MESELESİ HALİNE GELDİ.”

 

***Kariyerinizin zirvesinde olduğunuzu hissediyor musunuz? Alanınızda hayal ettiğiniz noktaya ulaştınız mı? Daha gidecek yolunuz, farklı hedefleriniz var mı?

 

Ben kendi işimi teknik direktörlük gibi görüyorum. Bizim yarışma programımızda da o konuda iyice havaya girdik. Bir teknik direktör geleceğini bilemez. Fatih Terim gelecek sene hangi takımı çalıştıracak biliyor muyuz? Mukavelesinde Galatasaray diyor ama kader mukavelesini bilemiyoruz. Mourinho’nun nerede çalışacağını bilemeyiz. Siz bana Mourinho’nun gelecek sene Chelsea’nin ya da M.United’ın teknik direktörü olmayacağının garantisini verebilir misiniz? Ama Barcelona’nın başında olmayacak, bunun garantisini verebilirim. Ertem Şener’in de mukavelesinde gelecek sene için Doğan Grubu görünüyor ama şartlar bizi nereye götürür, ne olur bilemeyiz. Benim kariyer anlamında en üst seviyede olduğumu kabul etmiyorum, daha gideceğim çok yol var. Televizyon işi, gazetecilik işi bu ülkede benim için bir namus meselesi haline geldi, yani bu işi iyi yapmak lazım. Etiler’deki 4 yaşındaki çocuk da bizi izliyor, Bağcılar’daki 4 yaşındaki çocuk da, Kars’taki 4 yaşındaki çocuk da, İzmir’deki 4 yaşındaki çocuk da, Artvin’deki 4 yaşındaki çocuk da. Hepsi baktığı zaman aynı pencereyi görmek istiyor aslında. 24 yaşındaki bir genç, 34 yaşındaki biri, 44 yaşında yaşlanma seviyesinde olan birisi, hepsi aynı şeyi görmek istiyor aslında, onu yakalamak lazım. Onu şu anda bana göre Türkiye’de yakalayabilen bir iki televizyon var, onlardan birinde çalıştığımdan dolayı da ben çok gururluyum. Mesela Fatmagül’ün suçunun derdinden sadece Kanal D izleyicisi anlayabiliyor. Onun için yüzde kırk share’ler yapıyor reytinglerde yirmi’leri buluyor. Artvin’deki bir teyzem de Fatmagül’ün durumunun ne olduğunu biliyor, Ulus pazarından akşam alışverişini yapıp eve gelen ve o an evindeki bakıcısından bir kahve, çay isteyen teyzemiz de ablamız da Fatmagül’ün durumunu anlayabiliyor. Bu ortak dili bulabilmek adına gazetede ve televizyonda kendimle ilgili düşüncelerim var evet. Bunlardan biri de medyada, belki bir medya patronu değil ama medya idarecisi olmak. Eskiden hep derdim ki “spor spikerliği bana yeter” ama artık yetmeyeceğine inandım. Birilerini bir şekilde yetiştirme zorunluluğu hissediyorum. Bu, işin idarecilik kısmı; futbol konusundaysa yarın bir gün menajerlik, bir teknik direktörün danışmanlığı veya futbol federasyonunda danışmanlık yapabilirim, oralar sürpriz. Ama bizim kariyerimiz çok farklı oklarla dolu; mesela bir bakmışsın Survivor değil de Vurvivor’da bu sefer bir sunucu olarak karşınızda olmuşum. Benim o yönüm de güçlü, ben o yönümü de kullanmak istiyorum. Bir bakmışsın dizi oyuncusu olmuşum, çünkü ben lokal çalışmayı pek sevmem.

“BENİM SUYUMUN İÇİNE KEZZAP ATTILAR, ASİT ATTILAR, ZEHİR KOYDULAR.”

 

***Nasıl ki spiker kimliğinizle gönüllerde taht kurduysanız, yarışma programı sunucusu olarak da üç aylık bir süreçte ciddi bir grafik yakaladınız. “Kazanmak için 1 dakika” projesinde yer almanızın temel sebeplerini merak ediyoruz.

 

3 Temmuz, Türkiye’deki şike operasyonunun başladığı tarih. 3 Temmuz’da olanlar beni,  buraya kadar olan Ertem Şener’i futboldan soğutma noktasına getirdi. Bir insan su içmekten nefret eder mi? Benim suyumun içine kezzap attılar, asit attılar, zehir koydular. Ben o sudan zehirlenebilirdim ve nefret eder hale geldim şimdi. Dikkat ederseniz üç aydır Şampiyonlar Ligi’nde veya Avrupa Ligi’nde maç anlatmıyorum; ama Milan-Barcelona maçına yazdılar, hayır diyemedim, çünkü ilk sevgili unutulmaz hiçbir zaman. Yarışmayla ilgili teklif geldi, ertesi gün ben gittim, yarışmayı gördüm “evet” dedim. Çünkü çok başka, hani ilk görüşte aşk gibi o da. Bu kulvarda ilerleyeceğime, bu kulvarda çok iyi yolda gideceğime eminim. Belki bana spor spikerliğini bıraktıracaktır. Ümit Aktan, Halit Kıvanç gibi isimler futbol spikerliğini bu şekilde noktalamışlar; televizyonda artık şov dünyasına kayarak. Ümit Aktan, Cenk Koray… Yarışma programları sunmuşlar. Halit Kıvanç… Halit usta her şeyi yapabilir, boğa güreşi bile anlatabilir. O bölüme kayma ihtimalim var, kendimi de çok başarılı buluyorum ama daha yolun başındayım. Eleştirileri alıyorum, koyuyorum, üst üste diziyorum, eksilerimi artılarımı sıralıyorum; ama mutlaka tırpanlamam gereken şeyler de var, daha yolun başındayım. Ama kendimi beğeniyorum o konuda, haksızlık yapmayayım.

 

“İLK DEFA SİZE SÖYLÜYORUM: OĞLUM, ‘GALATASARAYLIYIM’ DİYOR.”

“OĞLUM ÜÇ AYLIKKEN ÜZERİNDE BARCELONA TULUMU VARDI.”

 

***Oğlunuzun futboldan nefret etmesinin sebebi sizin sürekli bu alanda uğraşmanız olabilir mi? Evinizde de sürekli futbol mu konuşuluyor yoksa?

 

Hiç futbol konuşulmuyor. Belki de bundan dolayı sevmiyor. Futbol, oğlumun hiç dikkatini çekmiyor. 6 yaşında mesela ve ben tuttuğu takımı yeni duyuyorum kendisinden. Eskiden ben “Oğlum Beşiktaşlısın değil mi?” diyordum, şimdi “Hayır baba ben Galatasaraylıyım” diyor. Bunu ilk defa size söylüyorum. Bu beni üzüyor mu? Hayır, o 3 yaşından beri bir birey.

Karakteri oturduysa takım konusunda kendine yön verebilir ve zaten vazgeçiremem artık; çünkü altı yaşındaki bir çocuğun duygularıyla oynamaya benim hakkım yok. Babam bana nasıl ki karıştıysa “Beşiktaş’ı tut” diye; keşke ben de altı yaşında olup kendi istediğim takımı tutabilseydim, özgür olsaydım bu konuda. Hatta altı yaşında kendi adımı koyabilseydim. Belki ben de Ertem koyardım yine, Ertem ismini seviyorum. Burada bir ironi var aslında o da şu ki, mesela ben Messi ismini seviyorsam çocuğuma bu ismi verebilmeliyim. “Messi Şener” neden olmasın? Messi, Cristiano gibi isimleri neden sadece kedi köpeklerimize verelim? Saygı duyduğumuz, önünde diz çöküp imza alacağımız insanın ismini kedilere köpeklere veriyoruz. Bu isimleri çocuklarımıza verelim. Bu işin dini, dili, ırkı yok ki.  Biz toplum olarak ırkçı bir millet değiliz ki, ayırt etmeyen bir milletiz. Ben oğluma ileride ismini değiştirmek isterse değiştireceğimi söyleyeceğim mesela.  Futbola daha yeni yeni ısınmaya başladı. Odasında Mourinho’nun imzalı forması, şapkası,  Messi’nin, Ronaldo’nun forması, Ancelotti’nin Milan forması, Nesta’nın imzalı forması var. Daha bir aylıkken üzerinde Arsenal’ın tulumu vardı, üç aylıkken üzerinde Barcelona tulumu vardı. Ben Real Madrid taraftarıyım düşünün, üç aylıktı ve üzerinde Barcelona tulumu vardı. O bir birey; futbol sevsin, basketbol sevsin, yüzme sevsin ben ona hayatı boyunca karışmayacağım. Ne yapmak isterse yapar, hangi takımı tutmak isterse tutar, nereye isterse gider. İlle de Boğaziçi, ODTÜ, Galatasaray, İTÜ’ye gidecek diye bir şey yok, Sütçü İmam Üniversitesi’ni de isteyebilir, California Üniversitesi de isteyebilir. Ben bu yönden bakıyorum. İnsanlar özgürdür, özgür olmalıdır. Her şeyi yapmalıdır, her şeyi yaşamalıdır. Saçlarını yerlere kadar da uzatabilmelidir, sıfıra da vurdurabilmelidir. Hayko Cepkin gibi de yaptırabilir ama yaptırmayabilir de. Benim hayata bakış açım bu yönde. Zaten insanların maçlarda beni beğenmesinin nedeni de bu, her kesime hitap edebilmek; inançlıya da inançsıza da, ateiste de beş vakit namaz kılana da, her gün kiliseye gidene de sinagoga gidene de, Budist olana da… Ben bu konularda çok rahatım, her şeyi söyleyebiliyorum. Twitter’da da çok açık sözlüyüm. Bana şunu söyleyen oluyor: “Ya sen çok safsın.” Ben saf değilim, onlar saf. Artı, saflık değil bu, siz korkaksınız, ben korkmuyorum. Uğur Mumcu’nun dediği gibi: “Ölümden korkmuyorum desem yalan olur ama şunu biliyorum; korkak bin kez ölür, cesur bir kez ölür.” Ben bir kez öleceğimi biliyorum ve yazıyorum. Yazmaktan korkmayacağız, okumaktan korkmayacağız, anlatmaktan korkmayacağız! Maçta üç kişinin çıkıp “Ne biçim anlatıyor bu adam ya, böyle mi anlatılır!” demesi, Boğaziçi Üniversitesi’nin buraya gelmemesi, nerede o zaman Lionel Messi? Şunu söyleyebilirsin: “Lionel Messi, top ağlarda, Messi 3-0 yaptı!”. Bunu herkes söyleyebilir. Ama “Messi, Messi, Messi bu adam neyin nesi?”, “Televizyon bozar, bilgisayar bozar, radyo bozar, bütün teknoloji aletlerini bozar.” , “Dünyada kısa adımlarla en hızlı koşan adam…” bunları doğal olarak yapmadıktan sonra sen bozarsın karşıdaki adamı zaten. Senin doğallığına inanıyorlar.

 

“ÖĞRENCİLERİN MESSI’LERİ BENCE BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ’NDE”

 

***Boğaziçi Üniversitesi sizin için ne ifade ediyor? Boğaziçi hakkındaki görüşleriniz?

 

Üniversite sınavlarında ilk yazdığım bölüm Boğaziçi Üniversitesi Tarih bölümüydü. Demek ki sizin kadar çalışkan değilmişim, kazanamadım, içimde bir ukte olarak kaldı. Tüm dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir okulda okumak, bence büyük bir şereftir, büyük bir onurdur. Keşke benim çocuklarım ileride Boğaziçi Üniversitesi mezunu olsalar. Boğaziçi Üniversitesi demek, geleceğe yön vermek demek. Boğaziçi Üniversitesi demek, Türkiye demek. Boğaziçi Üniversitesi demek, sahadaki Lionel Messi demek. Öğrencilerin bütün Messi’leri bence Boğaziçi Üniversitesi’nde. Futbolun Barcelona’sı, üniversitelerin Boğaziçi Üniversitesi. Sokakta çıkıp sorsanız insanlara Türkiye’de hangi üniversitede okumak istediklerini, Boğaziçi Üniversitesi bence ilk sıraya konulacak yerdir. Tıp ile ilginiz olmadığından Tıp Fakültesini ayıralım, Fen Bilimleri olarak, Endüstri Mühendisliği olarak Boğaziçi benim için.  Futbolda da Barcelona! Farklı bir kültür. Hani Katalan kültürü, herkes Katalan kültürüne isyancı bir kültür diye bakar ama değil.  Boğaziçi kültürü başka bir kültür, çimlere oturup Boğaz’ı görebilen kaç tane üniversite var? Dünyada var mı bilmiyorum; ama varsa bile bu kadar güzel bir görüntü yoktur ve bu kadar kaliteli bir üniversite mi acaba?  Bence türünün tek örneği.

 

“İNTERNETTE, TWITTER’DA BELDEN AŞAĞI VURANLARA BEN MEDYAALEMİ’Nİ TAVSİYE EDİYORUM.”

 

***Medyaalemi hakkındaki görüşleriniz?

 

Medyaalemi belden aşağı vurmayan, gerçekten bir şeyler verme adına uğraşan ve arkasında tamamen genç beyinlerin olduğu bir yer. O genç beyinlerin altı örümcekleşmemiş. Sakın yanlış anlamayın içinizde de Ekşi Sözlük’te yazan vardır, Uludağ Sözlük’te yazan vardır. Ama bu tip sözlük yazarlarına, internette belden aşağı vuranlara, Twitter’da belden aşağı vuranlara ben Medyaalemi’ni tavsiye ediyorum. Neden? Çünkü, bir şeyler bakabiliyor, görebiliyor, öğrenebiliyorsun. Bir şeyler alabiliyor, verebiliyorsun. Bir şeyler ışık tutabiliyor orada sana. Ben bu yönüyle çok başarılı buluyorum. İnşallah da böyle devam eder.

ERTEM ŞENER RÖPORTAJININ;
SES KOLAJINI DİNLEMEK İÇİN :

 

 

MEDYA ALEMİ RÖPORTAJ EKİBİ :

Bu röportaj, BOUNterview çalışmasıdır.

 

 

Röportaj & Yayına Hazırlayan : Atakan ŞENİZ

 

Montaj : Gülşah TAHTACI & Seren ATEŞ & Ahmet Kemal SÜRMELİ

 

Fotoğraf: Ahmet Kemal SÜRMELİ

 

Genel Koordinatör : Özcan BEYLAN